Her ay için bir
program yapmışım neredeyse..
Şimdi sıra
Copenhag’ta..
Bu seyahat
gerçekten benim planladığım bir program değildi. Evde oturmuş ablamla
konuşuyoruz.. Yine elinde telefon bir şeyler yapıyor.. Haluk’un fotoğrafını
görmüş bana gösterdi “Sende hiç akıl yok, takılsana Haluk’un peşine kaç yıllık
arkadaşın dünyayı gezdi neredeyse” dedi. Benim ay yok daha neler, onların
gezdiği grup var zaten ben nasıl dahil olayımlar ile geçiştirdim. Israr edince
pes ettim. Tamam soracağım deyip kapattım.. Başımda bekliyor yaz göreceğim
diye.. :)
Yazdım ve iyi
ki sormuşum yakın tarihte planladığın biz gezi var mı diye. Yakın değil ama
Şubat’ta var istersen gel dedi.. Tarihler program gidilecek şehirler hepsinin
detayını hazırlamış..
O zamanlar
çalışıyorum biletleri almadan sordum izin kullanabilir miyim diye. O tarihler
de yoğunluk olmadığı için de izin kullanımında da sorun olmuyor.
Biletleri aynı
uçakla gidelim diye arkadaşların saati ile aynı aldım. Sabiha Gökçen Havalimanı
bana uzak.. Hiç riske girmeden erken saatte arabamı park ettim shuttle ile
alana geçtim.
Pasaport
oyalanma uçağa geçiş süreçlerini atlatıp boarding completed anonsunu duyar
duymaz boş 3 kişilik koltuklara attım kendimi. Sabahın köründe uyanıp uzun yol
sonrasında dinlenmesin mi bu kız?
Biraz kitap
okuyup sonra direkt koltuklara uzanıp uyudum.. 4 saatlik yolda iki saat mışıl
mışıl uyumuşum.
Havalimanından
çıkmadan tren biletlerimizi kiosklardan alıp şehir merkezine gidiyoruz. Otel
yürüme mesafesinde hemen check-inlerimizi yapıp odalara yerleşeceğiz.. Yarım
saatlik bi dinlenmeden sonra lobbyde buluşuyoruz diyoruz.
Ekipte bir
doktor olunca ve onunla aynı odada kalınca grubun en şanslı kişisi benim
diyorum. Hemen çantaları hazırlayıp aşağı iniyoruz. Bu arada kuzey ülkeleri
ciddi soğuk oluyormuş. Gerçi Haluk daha da kuzeye gitmişti orası daha soğuk bu
ne ki diyor :)
Termal
çoraplarım, termal taytım, kayak botlarım ve kayak montum ile çok
hazırlıklıyım. Yoldan geldik açız dedik hemen bir burgerci bulup karnımızı
doyuruyoruz..
Sonra şehri
keşfetmeye devam ediyoruz. Fotoğraf çekmeyi seven arkadaşım şahane evlerin,
sokakların, caddetlerin fotoğraflarını çekiyoruz. Kahve molalarımız, içerisinde
gerçek kahve ağacı olan Espresso House’de yapılıyor.. O kadar çok sevdim ki
cafeyi buluşma yeri olarak orayı seçtik. Hem kolay ulaşılabilecek bir yer hem
kahveleri nefis..
Akşam çok geçe
kalmadan otel dönüyoruz. Sabah kahvaltıda görüşürüz deyip odalarımıza
çekiliyoruz. Bu arada yurtdışında kahvaltı kültürü bizimki gibi değil.. Otelin
konaklayanların yorumlarında kahvaltısı için oldukça fazla olumlu yorum vardı.
Ne kadar iyi olabilir ki dedim. Sabah gördüm ki çok çok iyiymiş… Zaten
İskandinav ülkelerinin ekmekleri ve marmelatları inanılmaz.. (Market
alışverişime bu marmelatları da ekledim)
İki gün
Copenhag, bir gün Malmö, bir günü de Haluk’un bulduğu adaya ayırdık. Yoğun bir
program olunca yorucu olabiliyor ama gördüğüm yerler buna değer dedirtti. Haluk
seyahat programlarını çok iyi detaylara ayırıp planlar. İlk defa bir seyahati
ben planlamadım. Sadece birkaç gezilip görülecek yeri yazmıştım o notları da
evde unutmuşum –ki inanamadılar yazdıklarıma ablamdan fotoğraflarını istedim
ama zaten Haluk onları da yazmış listesine :)
Şurayı görün burayı görün diye yazmıyorum Copenhag için şehirde her şey birbirine yakın. Kaybola kaybola keşfedin :)
Malmö –
Copenhag arası ister otobüs ile ister tren kullanabiliyorsunuz. Øresund
(Öresun) köprüsünü görmek isterseniz otobüs ile gidin derim J Biz gidişte otobüsü tercih edip dönüşü
Nyhavn’da güneşi batırmadan fotoğraf çekebilmek için tren ile geri döndük.
Köprü hakkında,
Øresund
(Öresun), Danimarka'nın başkenti Kopenhag ile İsveç kenti Malmö'yü birbirine
bağlayan müthiş bir mühendislik harikası..
1 Temmuz
2000'de açılan 12 km'lik geçit, ödül almış çift hatlı demir yolu ve 2 gidiş 2
gelişten oluşan 4 şeritli otoyolu barındıran, 8 km'lik köprü ve yapay ada
üzerinden geçiş yaptığınız 4 km'lik tünelden oluşuyor.
Baş mimarlığını
George K.S. Rotne'nin yaptığı Øresund, Danimarkalı mühendislik firması COWI
tarafından tasarlanmış.
Danimarka ve
İsveç tarafından ortaklaşa yönetilen geçit, ismini aldığı Øresund Boğazı'nı
geçmekte.
12 km'lik
Øresund'u kullanabilmek için geçiş ücretini ödüyorsunuz. Tabi yaklaşık 4650
km'lik diğer kara yolu seçeneğini kullanmak istemiyorsanız :)
Köprünün bir
kısmını kablo destekli bölüm oluşturuyor, 409 m'lik bu bölümü 204 m
uzunluğundaki 2 kule destekliyor. Köprü üst kısmında otoyolu, alt kısmında ise
demir yolunu barındıran 2 katlı bir yapıya sahip. Trenle dönüşümüzde
fotoğraflarını çekmiştim.
Köprünün
kirişler ve dalgakıranlar da dahil olmak üzere büyük bir bölümü karada inşa
edilip yüzen vinçlerle yerlerine yerleştirilmişken, kablo destekli bölümün
kuleleri doğrudan yerlerinde inşa edilmiş.
Deniz
tabanından çıkarılmış materyallerden doldurularak inşa edilmiş insan yapımı ada
Paberholm, köprü ve tünelin birbirine bağlandığı bölüm olarak kullanılmakta.
Geçidin 4 km'lik tünel bölümü ise karada, çoğunlukta beton kullanarak üretilip,
yüzen vinçlerle, deniz tabanında açılmış hendeklere yerleştirilmiştir.
Øresund'u
kullanan yolcuların yaklaşık %66'sı bunu Kopenhag ile Malmö arasındaki 35
dakikalık tren seferiyle gerçekleştirmekte. En kolayı ve rahatı tren çünkü..
30-35 dakikada ülke değiştiriyorsunuz..
Malmö’de,
Görün,
- Lilla Torg
- Malmöhus Kalesi
- Kungsparken
- Davidshallsbron Köprüsü (Bronz ayakkabılar için)
- Södergatan Caddesi ve cadde üzerindeki bronz müzisyen heykelleri
- Stortorget Caddedi (Cafeler ve alışveriş için fazlası ile seçeneğin olduğu yer)
Yemek için
seçenek oldukça fazla. İnternette çokça yazılan Pronto Cafe – Cheesecake (açken
gelmek daha mantıklı tok olunca bakmakla geçiyorsunuz) biz TGI Fridays’ta
seçeneğimiz fazla diye burayı tercih ettik.
Gün ışığı
gitmeden Nyhavn’da fotoğraf çekeceğiz telaşı ile tren biletlerimizi alıp bu
sefer Øresund'u alt katındaki tren ile geçiyoruz.
Işığı
kaçırmadan şahane fotoğraflar çektik. Haluk daha güzellerini çekti ama
paylaşmayacakmış öyle dedi..
Fırsattan
istifade edip 3-4 poz beni çek dedim kırmadı sağ olsun :)
Hava kararmaya
başladığında soğuğa rağmen gelmişken gidelim dediğimiz Christiania bölgesine
gidiyoruz. Biraz ürkütücü, biraz sevimli, oldukça değişik bir yaşam alanı. Evet
orda yaşayanlar var :)
Yazmadan
geçemeyeceğim oraya kadar gitmişken Munchies Copenhagen’e uğramadan dönmeyin.
En büyük pişmanlığımdır.
Diğer
arkadaşımız yemek yiyeceği için ayrıldı, sonra gelecek her zaman buluştuğumuz
kahve içtiğimiz yerde buluşalım dedik. Biz kahvelerimiz aldık ne kadar
yorulduğumuzu oturunca anladık. Dinlendikten sonra otele giderken önünden
geçeceğimiz Tivoli Bahçeleri’ne girelim fikri çıktı. Gelmişken tabi ki gidelim
dedik :) Kardan
adam heykelleri, buz küplerinden labirentler, buz pateni alanı, gölet ve
lunapark kışın bile güzelse baharda orayı düşünemiyorum..
Kapanışa yakın
çıkıyoruz Tivoli’den otele gidip kendimizi odaya nasıl attık bilmiyorum. Ertesi
gün ise kiraladığımız araba ile Aeroskobing’e gideceğiz. Sabah erkenden
kahvaltıya iniyoruz.. Nefis İskandinav ekmeklerine frambuaz marmelatları sürdüm
yedim vallahi. Sonra meyve tabağımı önüm çektim :D
Otel’den tren
garı yürüme mesafesinde. Yine tren ile havalimanına gidiyoruz aracımızı oradan
alacağız sonra ki istikamet Svendborg. Şansımıza Golf geldi J 3 yıllık Golf kullanıcısı olarak
Haluk’un sorularını cevapladım. Tabi ki Avrupa pazarındaki modeller ile Türkiye
pazarındaki modellerde bazı ufak tefek farklılıklar olabiliyor. Onları da
çözmek zor olmadı hiç.
Mükemmel köy
yollarından geçtik.. Yeşile doydum.. Tam zamanlama ile feribot daha limana
yanaşmadan biz varmıştık bile.. Biletlerimizi kontrol edip bizi gemiye aldılar.
Park ettik yukarı çıkacağız ama kapılar açılmıyor. Bir buton var basmayı denedi
diğer arkadaş ama tereddüt edince ben “amaannn nolcak ki” deyip kuvvetlice
bastım bir basınç sesi ile kapı açıldı J yukarı çıktık masalar, koltuklar eski
biraz ama camlar komple yere kadar.. Bu çok dikkatimi çekti, giderken denizi
çok rahat izleyebilmemiz için yapmışlar.. 1 saat kadar süren yolculukla gemi
yanaşıyor bizde arabamızı limandaki marketin otoparkına çekiyoruz. Ada küçücük
3 saatte dolaşarak bitirirsin :)
Evlerin
arasında sokaklarda kaybola kaybola bol bol fotoğraf çekiyoruz. Sonra Haluk
“birde deniz kenarında küçük kulübelerin olduğu yer var, oraya da gidelim sonra
Marstal kasabasına gideriz” diyor. Arabaya binip küçük kulübelerin olduğu yere
gidiyoruz. Rengarenk minik minik kulübeler. Hepsinde olmasa bile bazılarında
insanlar oturup çay kahve içiyor. Sanırım yazın çok daha güzel olur..
Oradan
Marstal’a geçiyoruz. Evler resmen tarihi.. Kocaman dik çatıları, küçük
pencereler ve panjurları ile çizgi filmlerdeki evlere benziyorlar.
Bir restauranta
oturup bir şeyler atıştıralım dedi ekiptekiler. Ben biraz oturdum sonra gezeyim
5-6 fotoğraf daha çekerim dedim.
Çoğu hediyelik
eşya dükkanı da kapalıydı. Yazın daha hareketli olduğu muhakkak..
Feribot dönüş
saati yaklaşınca limana gidiyoruz. İstikamet önce havalimanı sonra otel.. Bu
arada havalimanına yakın benzin istasyonu var oradan yakıt alıp depoyu dolu
veriyorsun. Pompanın başında tabi ki ben varım :D Haluk ödeme kısmında..
Otele gelip
bavulları topluyoruz son gün alınacakları alıp eve dönüşe geçeceğiz. Biz Dr.
İle erken kalkıp kahvaltıyı yayıla yayıla yapalım dedik ama Haluk bizden önce
inmiş J
Ekmekleri ve marmelatların keyfini sürdük.. Şimdi eve götüreceklerimizi
tamamlamaya sıra geldi. Fırından ekmek aldım çeşit çeşit.. İyi ki yanıma bez
çanta almışım onları bez çantaya koyup eve öyle götürdüm. Marmelatları ve
Derin’in oyuncakları güzelce kazaklarıma sarıp bavula yerleştirdim.
Check-in
yapmadığımız için oldukça kalabalık olan sırayı beklemeye başlıyoruz. Sıra
beklerken Konya’ya direkt uçuş olduğunu öğreniyoruz meğerse Danimarka’da çok
Türk ve Konya’lı yaşıyormuş.
Sorunsuz
check-in yapıp bavullarımızı veriyoruz.. THY’nin bagaj kg. konusunda bu kadar
hassas davrandığını bilmiyordum. Görevli kadın tek tek tüm bagajları tarttı.
Biz pasaport
kontrolünden geçiş yapıp dağılıyoruz.. Free shop alışverişlerinde direkt
çikolata bölümüne gittim elbette. Çeşit çeşit çikolataların olduğu devasa bir
bölüm var. Babamın da seveceği çikolatalardan 2-3 paket alıp eniştemi de unutmadan
uçağa yürüyorum.. O uzun check-in sırası uçak kapısında da var. Biraz gecikme
olacağı kesin ama zaten İstanbul’a inince arabaya atlayıp eve gideceğiz. Sorun
etmiyoruz eğlenerek geldik eğlenerek dönüyoruz..
Bir sonraki
seyahatin İzlanda olduğunu duyuyorum Haluk’tan.. Teyid için tekrar soruyorum
kem küm ediyor.. “Beni almadan Blue Lagoon’a gidemezsin seni öldürürüm” diyorum
:D
Çattık der gibi
bakıyor ama bana kıyamaz bence :) o kadar yaprak sarma sözü verdim.
İlk fırsatta
buluşmayı yapıyoruz dedik ayrılırken…
(Bu yazıyı geç
yazdım yine diğer yazıları yazdığım gibi. 1 Mayıs resmi tatili fırsat bilip
buluşup zeytinyağlı yaprak sarmalarını verdim. Hatta 29-30 Nisan’da Kavala –
Dedeağaç yapıp dönerken (yine ayrı bir yazı olacak gerçi artık memleketim sayılır
yazmasam mı?) Doktor’cuğumun en sevdiği Mythos biralarını da aldım.. Ona da
ayrı bir yaprak sarma paketi yapıp teslim ettim.)
Instagram'da gözün gönlüm açılsın güzel fotograflar göreyim derseniz takip edebilirsiniz --> @Halukkarahan
Umut her yerde..
Burada kızlar teklif ediyormuş..
Aeroskobing
Malmö
Hep karşıma ayı çıkıyor..
Marstal
Tivoli Bahçeleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder